12 Temmuz 2014 Cumartesi

Serindere(Müflis dere) Kanyonu, İnönü Yaylası, Tepecik Köyü

   Okul kapanmış, sıcaklar iyice artmıştı. Herkes memleketine dönmeden önce son bir fırsat Eren'le kendimiz doğaya atalım dedik. Uygun zamanı belirledikten sonra, her zaman ki gibi soluğu bilgisayarın başında aldık. Başladık nereye gitsek ne yapsak diye aranmaya. Ancak bu sefer önce ki kamplarımızdan farklı olarak 3 günlük bir faaliyet planlıyorduk. Bir süre internette bakındıktan sonra Serindere Kanyonu'na girip oradan İnönü Yaylası'na geçip, 2 gün konakladıktan sonra 3. gün Kazandere Kanyonu'na inmeyi kararlaştırdık. Pazartesi gecesi son olarak çantaları da hazırladık. Artık her şey tamamdı. Sabah 6 buçukta yola koyulmak kalmıştı geriye. 
  
    Sabah kalktığımda gördüğüm manzarayla yıkıldım. Telefon bir türlü şarj olmamıştı. Mevcut şarjla yola çıkmamız da imkansızdı. Tüm haritalar telefondaydı. Haliyle daha dakka bir gol bir planda aksamalar başladı. Telefonun şarj olmasını bekledik. Evden çıktığımızda saat 8'di. Klasikleşen şekilde Yuvacık'a kadar otobüsle gittikten sonra otostopla gidebildiğimiz kadar ilerledik. Tepecik Köyü yakınlarında otostop çektiğimiz belediye personeliyle de vedalaştık. Artık yürüyerek Tepecik Köyü, oradan Serindere Köyü ve kanyon. Maceraya çok az kalmıştı. Serindere Köyü'ne doğru yürürken yolda kanyona gitmeye çalışan bir grupla karşılaştık. Kanyonun girişini bulamamışlar. Bi oraya bi buraya gidip durmaktan yorulmuş bir halleri vardı. Onlarıda peşimize taktık ve kanyona yürümeye başladık. Ancak daha yolun ilk kilometrelerinde ayağıma vuran postallar yüzünden ayakkabı değişikliğine gittim. Kanyon için getirdiğim ince tabanlı spor ayakkabılarımı giymek zorunda kaldım. Öğle sıcağında yaptığımız bu sıkıcı yürüyüşün ardından en sonunda Serindere'ye ulaşmıştık. Hemen kanyon moduna geçip her şeyi poşetledikten ve bir iki fotoğraf çekindikten sonra tahta köprünün yanından kendimizi suya attık.
 Öğle sıcağında derenin serin suyu tüm hararetimizi aldı. Yolda karşımıza çıkan küçük hidroelektrik santrali bizi şaşırttı. Bu küçücük dereden bile enerji üretiliyor demek diye söylemeden edemedik. Parkurun asıl başlangıç noktası burasıydı. Buraya geldiğimizde saat  2'yi biraz geçmişti. [ Tabi ilk kanyon deneyimimiz olduğu için ilk başlarda çok yavaş ve temkinli ilerliyoruz daha ortama ayak uyduramadık :) Bide adım başı fotoğraf çektirme mevzusu var :)]
     
      

        
Yol ayrımı (Müflis Dere)
     
Kanyona kadar beraber geldiğimiz gurubu çok geride bırakmıştık. Artık bu harika kanyonda Eren'le birlikte doğayla baş başa kalmıştık. Önümüze çıkan yol ayrımında biz sağdan gelen kolu yani Müflis Dere'sini seçtik (asıl kanyon).
Doğa harikaydı. Dik bir vadinin içersinde sakince akan bir dere. Zaman zaman küçük taşların üzerinden atlamak. Derken ilk engelimizle karşılaştık. Küçük bir şelaleyi devrilmiş kuru bir oduna tırmanarak aştık. İş iyice eğlenceli bir hal almaya başlamıştı. Bir kaç saat suyun içersinde ufak tefek engelleri de aşarak ilerledikten sonra yorgunluğunda etkisiyle mola verdik. Saate baktığımızda çok oyalandığımızı, parkurun daha çok az bir kısmını kat ettiğimizi, biraz hızlanmamız gerektiğin fark ettik. Ama kendimize de kızamıyorduk. Ortam o kadar harika ve güzeldi ki, sağa sola bakmaktan, durup durup fotoğraflar çekmekten kendimizi alıkoyamıyorduk.
Güneşin batmasına 3 saat kadar vaktimiz vardı. Bu sürede yaylaya ulaşmamız imkansızdı. Yaptığımız plandan iyice sapmıştık. Biran önce kanyonu bitirip uygun bir yerde kamp kurmaya ertesi gün yaylaya geçmeye karar verdik. Yolda o civarda yaşayan köylülerden 2 kişiyle karşılaştık ellerinde oltaları ve birde güzel köpekle ters istikametten geliyorlardı. Bize ileride zorlu şelalelerin olduğunu geçerken zorlanabileceğimizi, en kötü ihtimal yamaca dik vurup yukarıdaki yollardan birine ulaşabileceğimizi söylediler. Biraz daha ilerledikten sonra ilk şelalemizle karşılaşmıştık.  Daha nasıl geçeceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. Suya mı girsek derken şelalenin sağından bir yol bulduk. ilk şelaleyi kolayca geçmiş olduk. Biraz sonra ikinci şelale karşımıza çıka geldi. Her şey daha yeni başlıyordu. Köylülerin söyledikleri zorlu şelale bu olsa gerek dedik. Yaklaşık 15-20 m yüksekliğindeydi ve önünde kocaman bir cadı kazanı vardı. Hemen şelale manzaralı birkaç fotoğraf çekindik. Bunu nasıl geçeceğiz derken sol tarafta bir yol olduğunu gördük. Daha doğrusu yol olduğunu sandık. (Burası küçük bir su yoluymuş. Bunu tırmanırken anladığımızda iş işten geçmişti.) Çıkmaya çalıştığımız bu yol neredeyse 90 dereceydi. Ve su nedeniyle toprak oldukça gevşekti. Ağaç kökleri ve bulduğumuz tek tük sağlam kayalara tutunarak ben önde Eren arkada tırmanmaya başladık. Ancak yolun kötü olması ve sırtımızdaki ağır çantalar nedeniyle oldukça efor sarf ettik. Yukarıda daha az eğimli görünen yere kadar var gücümüzle tırmandık. Yaklaşık 20 dakikamızı burayı tırmanmaya harcamıştık. Yukarı çıktığımızda gördüğümüz manzara tamamen hayal kırıklığıydı. Her yer geçit vermeyen alabildiğine orman gülüydü. 
ikinci şelale
Biraz soluklanıp GPS'den yerimizi kontrol ettik. Havanın kararmasına 1 saat vardı. Parkuru bitirmek imkansızdı artık. Yamaca dik vurup yola kadar tırmanacaktık. Yola ulaşınca da bir kamp kurarız dedik. Zaten etrafta o kadar çok sivri sinek vardı ki, sabit durmamıza olanak vermiyorlardı. Hemen harekete geçtik. Orman güllerini zorda olsa yararak dik yamacı tırmanmaya başladık. Havanın kararmasına yarım saat kalmıştı sadece 100 m tırmana bildik. Önümüzde daha  300 m vardı. Ve çok yorulmuştuk. Yarım saat içerisinde bu yolu çıkamayacağımız için, bir yer bulup burada gecelemeye karar verdik. 2 metrekare ya var ya yok bir düzlük bulduk. Burada geceyi geçirecektik. Ben kalacağımız yeri hazırlarken Eren de gece yakmak için yakacak kuru dallar aramaya başladı. Daha sonra küçük bir ateş yakıp hiçte rahat olmayan kalmaya mecbur olduğumuz bu yerde konaklamaya başladık. Kısmen mahsur kalmış sayılırdık. Ertesi gün için bir plan yapmalı ve buradan kurtulmalıydık. Kendimizi farkında olmadan bu kötü duruma düşürmüştük. Aşağıya geri inemezdik. Yukarı çıkmak da oldukça zordu. Yarım saatlik bir fikir alışverişinden sonra gün doğumuyla bulunduğumuz noktadan dereye paralel olarak ilerlemeye karar verdik. Bu şekilde gidersek elbet ya dereye yada yola ulaşırdık.
Geceyi geçirdiğimiz alan. Allah tan termal battaniyeler var :)
   
       Kötü şartlar altında geceyi zayıf bir uykuyla geçirdikten sonra, sabah saat 6 gibi kampımızı toparlayıp yola koyulduk. (İşin bir garip yanı da harcadığımız onca enerjiye rağmen sadece bir öğün yemek ve 2 şer Snickers yemek bize yetmişti.) Yine lanet orman gülleri, ısırganlar ve dikenlerle dolu eğimli arazide zar zor ilerliyorduk. Elimizden geldiğince düz gidiyor, tıkandığımız yerde aşağıya doğru yürüyorduk. Bitki örtüsü o kadar sıktı ki zaman zaman havada yürüdüğümüz oluyordu. :) En sonunda su tekrar göründü. Bulduğumuz bir su yolundan kayarak dereye tekrar indik. O sinir bozucu bitki örtüsünden kurtulduğumuz için inanılmaz mutluyduk. Hemen kanyon moduna geçip tüm malzemeleri su geçirmeyecek torbalara koyduktan sonra yola koyulduk. Biraz ilerledikten sonra karnımızı doyurmak için bir mola verdik. Dünkü o güzel sakin kanyondan artık eser kalmamıştı. Adım başı bir şelale veya engel aşmak zorundaydık. Ancak sistemi çözmüştük artık. Her engelin elbet bir geçişi vardı. İş yapboz çözmek gibiydi. Hatta bazı geçişlerde öyle yerler vardı ki resmen milimetrik ayarlanmış. O taş, o ağaç kökü ya da o oyuk olmasa orayı geçmek imkansız olacaktı. Sanki kanyonun bu kısmı insanlar tarafından yapılmıştı.
  
Lanet orman gülleri (yamacın eğimini buradan anlayabilirsiniz)
       Kimi zorlu kimi tehlikeli olan tüm engelleri aştıktan sonra planladığımız çıkış noktasına artık ulaşmıştık. Ancak bir problem vardı. Belirlediğimiz yol ortalıkta yoktu. İş iyice sinir bozucu bir hal aldı. Haritada böyle bir yol gözüküyordu. Ayrıca daha önce başka insanlarda burayı kullandığını yazmıştı. Çıkışı bulamayınca kanyonu tamamlamaya karar verdik. Yine şelaleleri aşarak ilerliyorduk ki bir yerde takıldık. Bir türlü çıktığımız kayanın üzerinden inemiyordum. Tüm çabalarıma rağmen 40-50 cm'lik bir mesafe kalıyordu. Atlamıyordum da. Eren'le geçişin olmadığını düşünüp geri planladığımız çıkış yolunu bulmaya karar verdik. O an artık nasıl saçma bir psikolojiye girdiysek oradan atlamak yerine 450-500 m geriye yürüyüp çıkışı aramak daha mantıklı geldi. :D Geri yürüdük.Çıkışı aradık ancak yine bulamadık. Artık iyice sinirimiz bozulmuştu. Kanyon eğlencemizin tadı kaçmaya başlamıştı. Buradan çıkmalıyız gerekirse tüm orman güllerini aşarım tırmanırım bu yolu diyordum. Nasıl çıkışı olmaz buranın diyorduk. Sonra aradığımız çıkış yolu olduğunu sandığım bir su yoluna attım kendimi. Hemen tırmanmaya başladım. Eren arkamdan geliyordu. Ancak o kadar sıktı ki orman gülleri geçit vermiyorlardı. Buna rağmen ne olursa olsun tırmanacağım dedim. Eren arkamdan "Abi burası o yol değil. Pes et. İnelim" diye sesleniyordu. Bir kaç bağırışının ardından içinde bulunduğum kaostan kurtulup gerçeğin farkına vardım. "Öyle bir çıkış yok. kanyonu bitirelim. Elbet bir geçişi vardır şelalelerin." dedi Eren. Tekrar sakinleşip kendimize geldik. "Yolda gördüğümüz iki köylü bir de köpek kanyonun diğer ucundan girip buraya kadar geldiğine göre, elbet her şelalenin geçisi vardır." dedik. Ve döndüğümüz onca yolu tekrar kat ettik. (Normalde 500 m kısa bir mesafe gibi gelebilir ancak oldukça engelli bir arazi olduğu için vakit alıyor.) Tekrar takıldığımız yere geldik. Bu sefer kolayca geçtik bu noktayı Kendimize söylendik. Biz neyin kafasındaydık. Burayı mı geçemedik diye. Birkaç şelale daha atlattıktan sonra kanyon tekrar düzelmeye, başlangıçtaki gibi kolay bir hal almaya başladı. Öğleden sonra 4 buçuğa doğru kanyondan çıkmayı başardık. 
  
    Kısa bir mola verip kendimizi toparladık. Bir şeyler yedikten ve ayakkabılarımızın içine doluşup duran onlarca küçük taştan kurtulduktan sonra yaylaya doğru orman yolundan ilerlemeye başladık. Kanyon bizi çok yormuştu. Özellikle bu boyutlarda çantalarla parkuru geçmek oldukça zorlayıcı olmuştu. Yol boyunca kanyonun kritiğini yaptık. Doğada insanın her zaman sakin kalması gerektiğini, karar verirken ince eleyip sık dokuması gerektiğini bu iki günlük deneyimimizde yeterince iyi tecrübe etmiştik. Yaptığımız iki kritik hata bizi oldukça zorlayıcı durumlara düşürmüştü. 
 Havanın kararmasına yakın yaylaya ulaştık. Artık bitap haldeydik. Bedenen ve psikolojik olarak zorlayan bir kanyon, üzerine 10 km'lik bir yol ve botlarımın olmayışı beni iyice yormuştu. Yaylaya vardığımız gibi hamaklarımızı kurup yattık. Biraz ayaklarımın ağrısıyla cebelleştikten sonra uyuya kaldım. Gece 12 gibi köylülerden bir kaçı yanımıza gelerek. Yan tarafta boş bir baraka olduğunu orada kalabileceğimizi söylediler. Zaten kamp ateşi de yakamamıştık. Barakada konaklamak daha güvenli olacaktı. Barakanın verandasına kurulup. 2 gündür aradığımız güzel uykuya en sonunda kavuştuk.

      Normalde doğada güneşin doğuşuyla insanlar dinç bir şekilde uyanır. Ancak biz o kadar yorulmuşuz ki saat 10 da anca kalmayı başardık. Her yerimiz ağrıyordu. Dönüş yolu iyice gözümüzde büyümüştü. Bu halde Kazandere Kanyonu'na girmeyi hiç düşünmedik bile.
 Bir ateş yakıp karnımızı doyurduktan sonra ormanın içlerine dalıp hem ağaç kesimlerine baktık. Hemde yayladan tomrukları taşımak için gün içerisinde kamyon gelip gelmeyeceğini soruşturduk. Akşama kadar araç gelmeyeceğini öğrenmemiz oldukça üzücü bir haberdi. Bu kadar ağrıyla geri dönüş yolunu yürümek zorundaydık. En kötüsü de botlarım yoktu. Başa gelen çekilir dedik ve öğlen 1 gibi yola koyulduk.
 Tam da tahmin ettiğim gibi taşlık yol ince tabanlı ayakkabılarla ayrı bir ızdıraba dönüştü. O kadar yorgunluk yetmiyormuş gibi birde taşların ayağımın tabanında yarattığı acıyla mücadele etmem gerekiyordu. Her şeye rağmen güzel bir sohbet eşliğinde öğleden sonra 6 gibi Tepecik köyüne ulaştık. Buradan da otostopla evimize döndük. 

5 Mart 2014 Çarşamba

İlk maceram Aytepe-Menekşe Yaylası, Serindere

       Bu yazımda hikayeyi biraz daha geriden alarak doğadaki gezilerime nasıl başladığımı da sizlerle paylaşacağım. Her sömestr olduğu gibi tatil için ailemin yanına geldiğim Antalya da, bir gün, bir avmde gezerken girdiğim bir mağazada elime geçen bir kargo pantolonla başladı aslında bu maceram. Kelepir fiyata bulduğum ve çocukluğumdan beri düşlediğim trekking, camping hayallerim nedeniyle bu pantolonu almaya kadar verdim. "Alayımda bir gün lazım olur belki." dedim. Kendi kendime. Aslında bu tesadüfler silsilesiyle aldığım pantolon, çocukluğumdan beri hayalini kurduğum, artık iyice içimde derinlerde bir yere ukde olarak attığım hayallerimin tekrar filizlenmesine neden oldu.  (tesadüfler silsilesi diyorum çünkü. tesadüfen indirim olduğunu fark edip girdiğim, tesadüfen elime geçen, ve  tek kalan bir pantolonun benim bedenime uyması yeterince tesadüfi değil mi ) Basit bir pantolon sayesinde yol boyunca hayallereden hayallere geçiyor bir o dağ da kamp kuruyordum bir bu dağda.Eve o kadar heves içerisinde gelmiştim ki. Eve geldiğim gibi pantolonumu giyip küçük bir defile yaptım evdekilere. Onlar o an benimle aynı modda olmadığından haliyle pek de oralı olmadılar. İkinci adım olarak daha önce birkaç kez doğa sporları üzerine küçük sohbetler ettiğimiz ve ortak bir yönümüz olduğunu fark riettiğim, ev arkadaşım Eren'e pantolonun fotoğrafını göndermek oldu.( Bu hamlem ikinci kritik hareketim olmuştu.) Anında yoğun bir sohbet içerisine girip birbirimizi gaza getirdik. İkimizinde hayaliydi ormanda gezip kamp yapmak. Neden harekete geçmiyorduk ki. Nasıl olsa pantolonumda vardı artık :D.  Yıllardır ikimizinde hayalini kurduğu bu durum kesinlikle lafta kalmamalıydı. Yeterince ertelenmişti zaten. Hemen tatil dönüşü için planlar yapmaya başladık. Artık her gün sohbet edip rotalar çıkartıyor, eksiklerimizi belirliyor, internet üzerinden araştırmalar yapıyorduk. Hiç vakit kaybetmeden bir numaralı eksiğim olan bir outdoor gore-tex botta satın aldım. Ne de olsa dağa çıkacaktık. Yağmuru çamuru var bunun. Olmazsa olmazdı bu bot. Geriye bahar döneminin başlamasıyla tekrar Kocaeli'ye gitmek kalmıştı. Aslında daha çok fazla eksiğimiz vardı. Birazını eş dosttan emanet alarak, bazılarını da idareten uydurduğumuz malzemelerle halledecektik. Gözümüzü karartmıştık artık. Bu sefer hayallerimi ertelemeyecektim.



Aytepe'den bir fotoğraf ve herşeyin başlangıcı olan pantolonum
     İkimizde çok heyecanlıydık. Genel hatlarıyla planımızı yapmıştık. Ancak rotayı tam olarak netleştirememiştik. Kocaeli'de özellikle Yuvacık bölgesinde gidilecek pek çok parkur ve kamp alanı vardı. Bu nedenle rotamızı kararlaştırma konusunda oldukça kararsız kalmıştık. Daha önce başka guruplarla kamp yapmıştım. Ufak tefek tecrübelerim olmuştu. Eren'de aynı durumdaydı. Ancak ilk kez tek başımıza kamp yapacağımız için bilinen bir yolu tercih etmeye karar verdik. Bu yüzden Yuvacık Barajı'na kadar bir şekilde gidip, oradan yürüyerek Aytepe'ye Aytepe'den Menekşe Yaylası'na geçmeye bir gece Menekşe Yaylası'nda kamp yaptıktan sonra aynı doğrultu üzerinden Yuvacık Barajı'na dönmeye karar verdik. Bu yol hiking içinde sıkça turlar tarafından kullanılan harika doğal güzellikleri olan bir parkurdu. İnsan sirkülasyonun fazla olması sebebiyle diğer rotalara göre nispeten daha güvenli bir yoldu. 
 


         Ben cuma sabahtan İzmit'e vardım. Eren'de öğlene doğru ulaştı. Hemen vakit kaybetmeden ihtiyacımız olan malzemeleri tedarik etmemiz gerekiyordu. Kendimizi çarşıya attık ve aranmaya başladık. Yarım saat kırk dakika geçmesine rağmen daha koca listeden hiç bir şeyin üzerini çizmeyi başaramamıştık. Üzerine birde çadırın pollerini bulamamıştı Eren. Çadır da ayarlamamız gerekiyordu. İyice moralmen çökmüştük. Hayallerimize bu kadar yaklaşmışken başaramayacağımızı düşünmek bile korkunçtu. Neyse ki birkaç saatlik uğraşın sonunda tüm malzeme tedarikini yapmıştık. Çadır sorununu da son dk bir arkadaştan bulduğumuz çadırla halletmiştik. Akşama doğru eve döndük. Çarşıdaki bu koşturma bile bizi oldukça yormuştu. "Yarın nasıl olacaktı kim bilir." diye düşünmeden edemedim eve döndüğümde. Bu arada çanta ve tulumu ne yaptın diye merak edenler olabilir. Tabi ki onları da sağdan soldan emanet aldım :) Anlayacağınız her şey emanetti. Allah'a emanet yola çıkacaktık. :) Son hazırlıkları yapıp çantalarıda hazırladıktan sonra geriye yatmak kalmıştı. Kafamı yatağa koyduğumda içimdeki heyecan ve aklım da "Nasıl olacak ? Başarabilecek miyiz ?" sorularıyla yatakta yarım saat döndükten sonra en sonunda uyuya kaldım. 
 

        Sabah alarmın ötmesiyle uyandığımda saat 6'yı gösteriyordu. Mart ayındaydık. Ortalık pekte aydınlık değildi. Hemen kendimi ayılmak için duşa attım. Ardından Ereni uyandırdım. Ev bile serindi. Yaylada gece bu emanet tulumla donarım diye düşünürken, salonda bir battaniye gördüm onu da çantaya atmaya karar verdim.( iyi ki de almışım :D)  Bişeyler atıştırdık. Son hazırlıkları yaptık. Artık kapıdan çıkıyorduk. O anın tarifi yok gerçekten. Bulutların üstünde gibiydim. Başarmıştık. Çantalara sırtlamış gidiyorduk artık. Onca yıllık heves Bear Grills ve nice maceracıyı izleyerek hayallere dalma. Hepsi bugün gerçek oluyordu.



Şahin Tepesi'ne doğru çıkış ve
sonradan her gördüğümde küfür edeceğim orman gülleri
        Otobüsle yuvacık barajına kadar ulaştık.  Planladığımız parkur başlangıcı ba rajın sonuydu. Buradan yaklaşık 8 km'lik bir mesafemiz vardı daha. Ya otostop çekecektik ya da yürüyecektik bu sıkıcı yolu. 2. otostop denememizde Aytepe'ye kadar giden biri aldı bizi. Planımız barajın sonundan yürümeye başlamaktı. Ama o an hayır diyemedik. Aytepe'ye kadar gittik. (İyi ki de gitmişiz hiç yürünecek gibi değilmiş çünkü yol.) Çantaları sırtlayıp Aytepe'de birkaç fotoğraf çekindikten sonra yola koyulduk. Biraz sonra karşımıza parkur başlangıç tabelaları çıktı. Varyanttan vadi tabanına doğru inmeye başladık. Daha kıştan yeni çıkmış olmamıza rağmen doğa oldukça canlı gelmişti bize. Sık sık durup fotoğraf çekiyorduk. En sonunda vadinin tabanına meşhur Veysel Dayının Yeri'ne ulaşmıştık. Saat 10'a geliyordu. Mekanda işletmeye bakan orta yaşlarda biri haricinde kimse yoktu. Mekan çok güzeldi. Tam vadinin dibinde yeşilliğin ortasında bir  yerdeydi. Bir yanından su akıyordu. Küçük bir değirmen bile vardı. Burası o kadar bakir bir yerdi ki üstelik elektrik yoktu, telefon da çekmiyordu. Ortamın etkisiyle iyice moda girmiştik. Doğayla başbaşaydık. Havanın serin olması sebebiyle bizi kuzinenin yandığı küçük bir odaya davet etti. 1 2 dakikalık kısa bir sessizliğin ardından doğadan konu bir açıldı. Bir yandan çaylar bir yandan sohbet zamanın nasıl geçtiğini bile fark etmedik. Saate baktığımda 10 buçuğu geçiyordu. Yolcu yolunda gerek dedik. Yayla yolu hakkında bilgi altıktan sonra, yola koyulduk. 
 


Şahin Tepesi
        Dereyi geçtikten sonra eğimli bir arazide, bu harika ormanın içerisine doğru patika bir yoldan çıkmaya başladık. Doğa bu mevsimde bile o kadar güzeldi ki. Büyülenmiştik. Tekrar tekrar harika, burası mükemmel, resimlerden, filmlerden çıkma gibi demekten, etrafı izlemekten kendimizi alı koyamıyorduk. Bu yüzden oldukça yavaş bir hızda ilerliyorduk. Tabi ki sık sık durup fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik. Nihayetinde Şahin Tepesi'ne ulaştık. Burası ayrı harikaydı. Kayalıkların üzerine oturup uzun uzun manzara eşliğinde doğanın ve rüzgarın sesini dinledik. Dik çıkışında yorgunluğunu attık. Tekrar orman içinde kıvrılan yer yer iniş çıkışlı patikada ilerleyerek taşlık yola ulaştık. Bir kaç yüz metre ilerden tekrar patika yola girerek, dik bir inişle ilk başta Menekşe Yaylası sandığımız aslında papaz çayırı diye geçen yeşil alana ulaştık. Orman oldukça sessizdi. Hemen uygun bir yer bulup çantaları bıraktık. Küçük bir keşif-yakacak toplama gezisi yaptık. Ancak bir sorun vardı. Tüm dallar ıslaktı. Biraz topladığımız dallarla boğuştuktan sonra en sonunda ateşi yakıp öğle yemeğimizi yedik. Kısa bir mesafe yürümüş olsak da ilk kez böyle bir faaliyette bulunmuş olmamız bizi oldukça hırpalamıştı.
Elma ağacının altındaki kamp alanımız 
Saat daha erkendi. Oradan birkaç dakika ilerideki Menekşe Yaylasına geçtik. Yaylada biraz esinti vardı. Çadırımızın zayıf olması bizi endişelendirdi.
Yaylanın girişinde bulunan küçük bir çanağa benzer alan, yaylaya nispeten daha kuytuydu. Çanağın dibinde bulunan elma ağacının altına kampımızı kurmaya karar verdik. Yaylada bir kaç ev vardı, ancak bizden başka kimse yoktu. Çadırımızı kurup ateşimizi de yaktıktan sonra, kendimizi doğanın huzur dolu atmosferine bıraktık. Hava erkenden karardı. Biraz ıssız ormanda ilk defa tek başımıza olmanın verdiği tedirginlikle daha çok da havanın hızla soğuması nedeniyle akşam 9 gibi çadırımıza girdik. Çadırımız yazlık basit bir çadır olduğu için yağmura karşı komple naylonla kaplamıştık. Gece 12'den sabah 4'e kadar aralıksız yağan yağmura karşı yaptığımız bu uygulama gayet iyi sonuçlar verdi. Islanmadan geceyi geçirdik.


Eren'in mızıka çalma denemeleri (solda naylonla kaplanmış çadırımız)





Sıcacık tulumdan çıkmak istemeyen bakışı
          Sabah kalktığımızda her yer ıslaktı. Çadırdan çıkıp yaylanın serin ve tertemiz havasını ciğerlerime doldurdum. Eren'le yaylanın yukarısında bulunan çeşmenin buz gibi suyuyla yüzümüzü yıkayıp kendimize geldik. Kısa bir yakacak arayışının ardından ateşimizi yaktık. Daha kıştan yeni çıkmakta olduğumuz için doğa yeni yeni uyanmaya başlamıştı bu dönemde. Bizde doğanın bu sakinliğine kendimizi bırakarak kahvaltımızı yaptık.






Sabah kahvaltımız
Arkasından közde demlenmiş keyif çayımızı yudumladık. İşte keyif bu ! Saatlerimiz 9 buçuğa gelirken kampımızı topladık. Ateşimizi söndürdük. Su stoğumuzu da sağladıktan sonra yola koyulduk. Aynı güzergahtan Veysel Dayının Yeri'ne doğru yola koyulduk. Yolda papaz çayırına doğru hiking yapan bir kaç gurupla karşılaştık. Veysel Dayının Yeri'ne vardığımızda öğlen olmuştu.



           Burada planda bir değişiklik yaparak Aytepe yolundan Yuvacık Barajı'na ilerlemek yerine Serindere parkuruna girdik. Bu parkur Serindere Kanyonu'nun sağ tarafındaki dağın yamacından ilerleyen oldukça sakin, görsel zenginlikleri yüksek olan bir yoldu. Kendimizi doğanın büyüsüne kaptırmış şekilde ilerliyor, yer yer durup manzarayı izliyor fotoğraf çekiyorduk. Yol boyunca sakin sakin yağan sağanaklar manzaraya ayrı bir tat katıyordu. Tabi hayalimizi sonunda gerçekleştirmiş olmak ve ilk kez böyle bir faaliyet yapıyor olmak aldığımız zevki kat kat arttırıyordu. Vakit geçtikçe attığımız her adımda hem biraz daha yoruluyor hemde biraz daha huzur doluyorduk. Bu keyifli yürüyüş bizi fazlasıyla acıktırmıştı. Parkur üzerindeki şelaleye ulaştığımızda bir yemek molası verdik. Son kalan konservemizide yedik. Doymasakta bu bize biraz daha enerji sağlamıştı.
Serindere parkuru
Öğleden sonra Yuvacık Barajı'na ulaşmıştık. Artık asfalt yola çıkmış baraj civarındaki balık çiftliklerinin yanından ilerliyorduk. Oldukça yorgun haldeydik. Ayaklarımız ve omuzlarımız isyan etmeye başlamıştı. En sonunda otostop çekmek için belirlediğimiz köprüye ulaştık. Pek çok soru işareti ve ufak tefek aksiliklere rağmen çıktığımız bu ilk maceramızı başarıyla noktalamıştık. Eren'le bir an için göz göze geldik. Birbirimizi tebrik edercesine bir bakış attık. Sonrasında geldiğimiz yöntemle eve geri döndük. Hiç bir yorgunluk bu kadar keyifli olmamıştı.