Okul kapanmış, sıcaklar iyice artmıştı. Herkes memleketine dönmeden önce son bir fırsat Eren'le kendimiz doğaya atalım dedik. Uygun zamanı belirledikten sonra, her zaman ki gibi soluğu bilgisayarın başında aldık. Başladık nereye gitsek ne yapsak diye aranmaya. Ancak bu sefer önce ki kamplarımızdan farklı olarak 3 günlük bir faaliyet planlıyorduk. Bir süre internette bakındıktan sonra Serindere Kanyonu'na girip oradan İnönü Yaylası'na geçip, 2 gün konakladıktan sonra 3. gün Kazandere Kanyonu'na inmeyi kararlaştırdık. Pazartesi gecesi son olarak çantaları da hazırladık. Artık her şey tamamdı. Sabah 6 buçukta yola koyulmak kalmıştı geriye.
Sabah kalktığımda gördüğüm manzarayla yıkıldım. Telefon bir türlü şarj olmamıştı. Mevcut şarjla yola çıkmamız da imkansızdı. Tüm haritalar telefondaydı. Haliyle daha dakka bir gol bir planda aksamalar başladı. Telefonun şarj olmasını bekledik. Evden çıktığımızda saat 8'di. Klasikleşen şekilde Yuvacık'a kadar otobüsle gittikten sonra otostopla gidebildiğimiz kadar ilerledik. Tepecik Köyü yakınlarında otostop çektiğimiz belediye personeliyle de vedalaştık. Artık yürüyerek Tepecik Köyü, oradan Serindere Köyü ve kanyon. Maceraya çok az kalmıştı. Serindere Köyü'ne doğru yürürken yolda kanyona gitmeye çalışan bir grupla karşılaştık. Kanyonun girişini bulamamışlar. Bi oraya bi buraya gidip durmaktan yorulmuş bir halleri vardı. Onlarıda peşimize taktık ve kanyona yürümeye başladık. Ancak daha yolun ilk kilometrelerinde ayağıma vuran postallar yüzünden ayakkabı değişikliğine gittim. Kanyon için getirdiğim ince tabanlı spor ayakkabılarımı giymek zorunda kaldım. Öğle sıcağında yaptığımız bu sıkıcı yürüyüşün ardından en sonunda Serindere'ye ulaşmıştık. Hemen kanyon moduna geçip her şeyi poşetledikten ve bir iki fotoğraf çekindikten sonra tahta köprünün yanından kendimizi suya attık.
Öğle sıcağında derenin serin suyu tüm hararetimizi aldı. Yolda karşımıza çıkan küçük hidroelektrik santrali bizi şaşırttı. Bu küçücük dereden bile enerji üretiliyor demek diye söylemeden edemedik. Parkurun asıl başlangıç noktası burasıydı. Buraya geldiğimizde saat 2'yi biraz geçmişti. [ Tabi ilk kanyon deneyimimiz olduğu için ilk başlarda çok yavaş ve temkinli ilerliyoruz daha ortama ayak uyduramadık :) Bide adım başı fotoğraf çektirme mevzusu var :)]
Yol ayrımı (Müflis Dere) |
Kanyona kadar beraber geldiğimiz gurubu çok geride bırakmıştık. Artık bu harika kanyonda Eren'le birlikte doğayla baş başa kalmıştık. Önümüze çıkan yol ayrımında biz sağdan gelen kolu yani Müflis Dere'sini seçtik (asıl kanyon).
Doğa harikaydı. Dik bir vadinin içersinde sakince akan bir dere. Zaman zaman küçük taşların üzerinden atlamak. Derken ilk engelimizle karşılaştık. Küçük bir şelaleyi devrilmiş kuru bir oduna tırmanarak aştık. İş iyice eğlenceli bir hal almaya başlamıştı. Bir kaç saat suyun içersinde ufak tefek engelleri de aşarak ilerledikten sonra yorgunluğunda etkisiyle mola verdik. Saate baktığımızda çok oyalandığımızı, parkurun daha çok az bir kısmını kat ettiğimizi, biraz hızlanmamız gerektiğin fark ettik. Ama kendimize de kızamıyorduk. Ortam o kadar harika ve güzeldi ki, sağa sola bakmaktan, durup durup fotoğraflar çekmekten kendimizi alıkoyamıyorduk.
Güneşin batmasına 3 saat kadar vaktimiz vardı. Bu sürede yaylaya ulaşmamız imkansızdı. Yaptığımız plandan iyice sapmıştık. Biran önce kanyonu bitirip uygun bir yerde kamp kurmaya ertesi gün yaylaya geçmeye karar verdik. Yolda o civarda yaşayan köylülerden 2 kişiyle karşılaştık ellerinde oltaları ve birde güzel köpekle ters istikametten geliyorlardı. Bize ileride zorlu şelalelerin olduğunu geçerken zorlanabileceğimizi, en kötü ihtimal yamaca dik vurup yukarıdaki yollardan birine ulaşabileceğimizi söylediler. Biraz daha ilerledikten sonra ilk şelalemizle karşılaşmıştık. Daha nasıl geçeceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yoktu. Suya mı girsek derken şelalenin sağından bir yol bulduk. ilk şelaleyi kolayca geçmiş olduk. Biraz sonra ikinci şelale karşımıza çıka geldi. Her şey daha yeni başlıyordu. Köylülerin söyledikleri zorlu şelale bu olsa gerek dedik. Yaklaşık 15-20 m yüksekliğindeydi ve önünde kocaman bir cadı kazanı vardı. Hemen şelale manzaralı birkaç fotoğraf çekindik. Bunu nasıl geçeceğiz derken sol tarafta bir yol olduğunu gördük. Daha doğrusu yol olduğunu sandık. (Burası küçük bir su yoluymuş. Bunu tırmanırken anladığımızda iş işten geçmişti.) Çıkmaya çalıştığımız bu yol neredeyse 90 dereceydi. Ve su nedeniyle toprak oldukça gevşekti. Ağaç kökleri ve bulduğumuz tek tük sağlam kayalara tutunarak ben önde Eren arkada tırmanmaya başladık. Ancak yolun kötü olması ve sırtımızdaki ağır çantalar nedeniyle oldukça efor sarf ettik. Yukarıda daha az eğimli görünen yere kadar var gücümüzle tırmandık. Yaklaşık 20 dakikamızı burayı tırmanmaya harcamıştık. Yukarı çıktığımızda gördüğümüz manzara tamamen hayal kırıklığıydı. Her yer geçit vermeyen alabildiğine orman gülüydü.
ikinci şelale |
Biraz soluklanıp GPS'den yerimizi kontrol ettik. Havanın kararmasına 1 saat vardı. Parkuru bitirmek imkansızdı artık. Yamaca dik vurup yola kadar tırmanacaktık. Yola ulaşınca da bir kamp kurarız dedik. Zaten etrafta o kadar çok sivri sinek vardı ki, sabit durmamıza olanak vermiyorlardı. Hemen harekete geçtik. Orman güllerini zorda olsa yararak dik yamacı tırmanmaya başladık. Havanın kararmasına yarım saat kalmıştı sadece 100 m tırmana bildik. Önümüzde daha 300 m vardı. Ve çok yorulmuştuk. Yarım saat içerisinde bu yolu çıkamayacağımız için, bir yer bulup burada gecelemeye karar verdik. 2 metrekare ya var ya yok bir düzlük bulduk. Burada geceyi geçirecektik. Ben kalacağımız yeri hazırlarken Eren de gece yakmak için yakacak kuru dallar aramaya başladı. Daha sonra küçük bir ateş yakıp hiçte rahat olmayan kalmaya mecbur olduğumuz bu yerde konaklamaya başladık. Kısmen mahsur kalmış sayılırdık. Ertesi gün için bir plan yapmalı ve buradan kurtulmalıydık. Kendimizi farkında olmadan bu kötü duruma düşürmüştük. Aşağıya geri inemezdik. Yukarı çıkmak da oldukça zordu. Yarım saatlik bir fikir alışverişinden sonra gün doğumuyla bulunduğumuz noktadan dereye paralel olarak ilerlemeye karar verdik. Bu şekilde gidersek elbet ya dereye yada yola ulaşırdık.
Geceyi geçirdiğimiz alan. Allah tan termal battaniyeler var :) |
Kötü şartlar altında geceyi zayıf bir uykuyla geçirdikten sonra, sabah saat 6 gibi kampımızı toparlayıp yola koyulduk. (İşin bir garip yanı da harcadığımız onca enerjiye rağmen sadece bir öğün yemek ve 2 şer Snickers yemek bize yetmişti.) Yine lanet orman gülleri, ısırganlar ve dikenlerle dolu eğimli arazide zar zor ilerliyorduk. Elimizden geldiğince düz gidiyor, tıkandığımız yerde aşağıya doğru yürüyorduk. Bitki örtüsü o kadar sıktı ki zaman zaman havada yürüdüğümüz oluyordu. :) En sonunda su tekrar göründü. Bulduğumuz bir su yolundan kayarak dereye tekrar indik. O sinir bozucu bitki örtüsünden kurtulduğumuz için inanılmaz mutluyduk. Hemen kanyon moduna geçip tüm malzemeleri su geçirmeyecek torbalara koyduktan sonra yola koyulduk. Biraz ilerledikten sonra karnımızı doyurmak için bir mola verdik. Dünkü o güzel sakin kanyondan artık eser kalmamıştı. Adım başı bir şelale veya engel aşmak zorundaydık. Ancak sistemi çözmüştük artık. Her engelin elbet bir geçişi vardı. İş yapboz çözmek gibiydi. Hatta bazı geçişlerde öyle yerler vardı ki resmen milimetrik ayarlanmış. O taş, o ağaç kökü ya da o oyuk olmasa orayı geçmek imkansız olacaktı. Sanki kanyonun bu kısmı insanlar tarafından yapılmıştı.
![]() |
Lanet orman gülleri (yamacın eğimini buradan anlayabilirsiniz) |
Kimi zorlu kimi tehlikeli olan tüm engelleri aştıktan sonra planladığımız çıkış noktasına artık ulaşmıştık. Ancak bir problem vardı. Belirlediğimiz yol ortalıkta yoktu. İş iyice sinir bozucu bir hal aldı. Haritada böyle bir yol gözüküyordu. Ayrıca daha önce başka insanlarda burayı kullandığını yazmıştı. Çıkışı bulamayınca kanyonu tamamlamaya karar verdik. Yine şelaleleri aşarak ilerliyorduk ki bir yerde takıldık. Bir türlü çıktığımız kayanın üzerinden inemiyordum. Tüm çabalarıma rağmen 40-50 cm'lik bir mesafe kalıyordu. Atlamıyordum da. Eren'le geçişin olmadığını düşünüp geri planladığımız çıkış yolunu bulmaya karar verdik. O an artık nasıl saçma bir psikolojiye girdiysek oradan atlamak yerine 450-500 m geriye yürüyüp çıkışı aramak daha mantıklı geldi. :D Geri yürüdük.Çıkışı aradık ancak yine bulamadık. Artık iyice sinirimiz bozulmuştu. Kanyon eğlencemizin tadı kaçmaya başlamıştı. Buradan çıkmalıyız gerekirse tüm orman güllerini aşarım tırmanırım bu yolu diyordum. Nasıl çıkışı olmaz buranın diyorduk. Sonra aradığımız çıkış yolu olduğunu sandığım bir su yoluna attım kendimi. Hemen tırmanmaya başladım. Eren arkamdan geliyordu. Ancak o kadar sıktı ki orman gülleri geçit vermiyorlardı. Buna rağmen ne olursa olsun tırmanacağım dedim. Eren arkamdan "Abi burası o yol değil. Pes et. İnelim" diye sesleniyordu. Bir kaç bağırışının ardından içinde bulunduğum kaostan kurtulup gerçeğin farkına vardım. "Öyle bir çıkış yok. kanyonu bitirelim. Elbet bir geçişi vardır şelalelerin." dedi Eren. Tekrar sakinleşip kendimize geldik. "Yolda gördüğümüz iki köylü bir de köpek kanyonun diğer ucundan girip buraya kadar geldiğine göre, elbet her şelalenin geçisi vardır." dedik. Ve döndüğümüz onca yolu tekrar kat ettik. (Normalde 500 m kısa bir mesafe gibi gelebilir ancak oldukça engelli bir arazi olduğu için vakit alıyor.) Tekrar takıldığımız yere geldik. Bu sefer kolayca geçtik bu noktayı Kendimize söylendik. Biz neyin kafasındaydık. Burayı mı geçemedik diye. Birkaç şelale daha atlattıktan sonra kanyon tekrar düzelmeye, başlangıçtaki gibi kolay bir hal almaya başladı. Öğleden sonra 4 buçuğa doğru kanyondan çıkmayı başardık.
Kısa bir mola verip kendimizi toparladık. Bir şeyler yedikten ve ayakkabılarımızın içine doluşup duran onlarca küçük taştan kurtulduktan sonra yaylaya doğru orman yolundan ilerlemeye başladık. Kanyon bizi çok yormuştu. Özellikle bu boyutlarda çantalarla parkuru geçmek oldukça zorlayıcı olmuştu. Yol boyunca kanyonun kritiğini yaptık. Doğada insanın her zaman sakin kalması gerektiğini, karar verirken ince eleyip sık dokuması gerektiğini bu iki günlük deneyimimizde yeterince iyi tecrübe etmiştik. Yaptığımız iki kritik hata bizi oldukça zorlayıcı durumlara düşürmüştü.
Havanın kararmasına yakın yaylaya ulaştık. Artık bitap haldeydik. Bedenen ve psikolojik olarak zorlayan bir kanyon, üzerine 10 km'lik bir yol ve botlarımın olmayışı beni iyice yormuştu. Yaylaya vardığımız gibi hamaklarımızı kurup yattık. Biraz ayaklarımın ağrısıyla cebelleştikten sonra uyuya kaldım. Gece 12 gibi köylülerden bir kaçı yanımıza gelerek. Yan tarafta boş bir baraka olduğunu orada kalabileceğimizi söylediler. Zaten kamp ateşi de yakamamıştık. Barakada konaklamak daha güvenli olacaktı. Barakanın verandasına kurulup. 2 gündür aradığımız güzel uykuya en sonunda kavuştuk.
Normalde doğada güneşin doğuşuyla insanlar dinç bir şekilde uyanır. Ancak biz o kadar yorulmuşuz ki saat 10 da anca kalmayı başardık. Her yerimiz ağrıyordu. Dönüş yolu iyice gözümüzde büyümüştü. Bu halde Kazandere Kanyonu'na girmeyi hiç düşünmedik bile.
Bir ateş yakıp karnımızı doyurduktan sonra ormanın içlerine dalıp hem ağaç kesimlerine baktık. Hemde yayladan tomrukları taşımak için gün içerisinde kamyon gelip gelmeyeceğini soruşturduk. Akşama kadar araç gelmeyeceğini öğrenmemiz oldukça üzücü bir haberdi. Bu kadar ağrıyla geri dönüş yolunu yürümek zorundaydık. En kötüsü de botlarım yoktu. Başa gelen çekilir dedik ve öğlen 1 gibi yola koyulduk.
Tam da tahmin ettiğim gibi taşlık yol ince tabanlı ayakkabılarla ayrı bir ızdıraba dönüştü. O kadar yorgunluk yetmiyormuş gibi birde taşların ayağımın tabanında yarattığı acıyla mücadele etmem gerekiyordu. Her şeye rağmen güzel bir sohbet eşliğinde öğleden sonra 6 gibi Tepecik köyüne ulaştık. Buradan da otostopla evimize döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder